Türkiye’de satılan tüm marka ve modellerle yakından ilgileniyor, hepsine eşit mesafede durmak için gayret gösteriyorum. İşimin bir parçası da kaç adet sattığına veya kimin sattığına bakmadan, marka ve modellerle ilgili bir hikâye, bir başarı veya başarısızlık varsa bunu yazmak, sizinle paylaşmak. Türkiye’de 50’ye yakın markanın 400’ün üzerinde modelinin satıldığı düşünülürse, varın siz düşünün kurmaya çalıştığım dengenin hassasiyetini.
Bu kadar çok marka ve modelin olduğu yoğun rekabette kendini göstermek, satışlarını artırmak, pazarın dinamikleri karşısında ayakta kalmak için yaşanan mücadele büyük.
Bu ayki yazımı bu rekabetin içinde olmayan, daha geri planda duran ama yüksek potansiyelli markalar üzerine kurgulamak istedim. Yüksek potansiyel diyorum çünkü bahsedeceğim markalar, Türkiye’de herhangi olumsuz bir imaja sahip olmayan orta sınıfta modeller satan markalar. Yani lüks veya ultra lüks markalardan bahsetmiyorum. Ortalama fiyatları 50 ila 100 bin TL arasında araç satan markalar bunlar.
Düşünün fiyatları 100 bin TL’den başlayıp 400-500 bin TL’ye çıkan BMW, Mercedes, Audi gibi markaların her birinin 20 binin üzerinde araç sattığı Türkiye’de bu bahsettiğim markalar ancak bin-2 bin adet araç satabiliyorlar. Aslında içlerinden biri 10 bin adedin üzerinde araç satıyor ama onun da hikâyesi farklı.
“Hangi markalar bunlar?” Lafı uzatmadan hemen söyleyeyim. Japon dörtlü… Honda, Mazda, Mitsubishi, Suzuki.
Honda diğer üçünden bir adım daha önde. Çünkü 13-14 binlik bir satışa sahip. Ama Honda’nın Türkiye’de fabrikası var. Ve satışının yüzde 90’ından fazlası Türkiye’de ürettiği Civic Sedan modelinden geliyor. Yani yarın üretim dursa veya fabrikası olmasa satacağı araç sayısı inanın bir anda 2-3 bin adetlere inebilir. Çok iyi bir marka, çok iyi modelleri var ama tek model üzerinde kurgulanmış bir strateji. Bence Türkiye’de en az 30 bin adetlere ulaşabilir. Tabii bunun için Japonya’dan iyi bir fiyat alması şart.
Gelelim Mazda’ya. Yine bir Japon ve bana göre en büyük hüsran. Çünkü son yıllarda gerçekten muhteşem otomobiller geliştiriyor. Mazda 2, 3 muhteşem. Son piyasaya sundukları CX-3 sınıfının bence en iyisi. Yeni dizel küçük motorları var hem de otomatik şanzımanlı. Ama satışlara gelince tablo 1000’li adetleri ne yazık ki aşamıyor. Sebebini sorduğumda Türkiye Genel Müdürü Nurkan Yurdakul, “Bizim pazar payımız Mazda’nın Avrupa’daki satışlarına paralel. Fiyat kırarak satışlarımızı artırmak istemiyoruz. Ucuz araç satan marka olmak istemiyoruz. Biz lüks markalara alternatif olmak istiyoruz. Yani o markaları alamayanların ilk tercihi olmak istiyoruz. Sonuçta Mazda, tüm dünyada yılda 1.5 milyon adet satan bir marka. Ucuz fiyat politikası yapmayacak” cevabını veriyor.
Lüks markaların satışlarını yukarıda söyledim, bu yüzden açıkçası beni tatmin etmeyen bir cevap. Bugün Mazda, Türkiye’de en az 10 bin adetli satışlara ulaşır. Sadece CX-3’ü zorlasa 5 bin adet satar. Ama ‘bu kadarı bize yeter’ mantığı devam ettiği sürece yazık olur markaya.
Üçüncü markamız Mitsubishi. Bir ara Türkiye’de çok iyi bir grafik yakalayan bu önemli marka son yıllarda derin bir sessizlikte. Satışlarına baktığımız zaman 1200 adetleri zor buluyor. Elinde önemli 4×4 silahları ve pick up modelleri var. Bence zorlasa rahat 10 binlik satış gelir, ama onlar da pek o niyette değil gibiler.
Bahsedeceğim son marka ise Suzuki. 30 yıla yakın aynı distribütör tarafından Türkiye’de temsil edilen Suzuki’nin dengeleri 2010 yılında Doğuş Otomotiv’le flörtü sırasında bozuldu. Doğuş, Alman Volkswagen Grubu’nun Suzuki’yi dünyada almasına paralel, Türkiye’de satın alma için düğmeye basmıştı ki, Alman dev Japon şirketi almaktan vazgeçti. Böyle olunca sadece VW markalarını alacağını açıklayan Doğuş’ta Suzuki’nin Türkiye distribütörü ile masadan kalktı. Son dört yıldır bu yüzden Suzuki’nin satışları iyice düştü. Geçtiğimiz günlerde BD Otomotiv’in sahibi Osman Boyner, Suzuki’nin distribütörlüğünü alarak bu duruma bir son vermek için harekete geçti. Bakalım önümüzdeki günler neyi gösterecek ama Suzuki de oldukça iyi bir imaja sahip bir marka. Yukarıdaki markalara göre en büyük handikapı Türkiye’de çok az modeli var. Şimdi Boyner düğmeye basıp model sayısını artırarak Suzuki’ye hak ettiği değeri geri kazandırmalı. Bekleyip göreceğiz.
Sonuçta Türkiye’de beklenileni veremeyen bu dört markanın da Japon olması, para birimleri ‘yen’in son yıllarda aşırı değerlenmesiyle de alakalı. Ama nasıl diğer markalar rekabette fiyat pazarlığını sonuna kadar yapıyorlarsa bu dört marka da Türkiye’de durumu anlatmalı ve bastırmalı. ‘Yapacak bir şey yok’ diyerek bu markalara yazık ederler. Son önerim, bu dört Japon tek bir elden yönetilse süper olmaz mı. Çok fazla çakışan modelleri yok. Yeni bir Doğuş Otomotiv yaratılamaz mı…
Son yorumlar